8 Kasım 2015 Pazar

BURAK CANÖZER





Sözü - Müziği ve Düzenlemesi Burak Canözer'e ait "Yıldız" adlı parça (Dinlemek için lütfen tıklayın)




KAMİL UNUTKAN


 Sevgili Kamil Unutkan'a,
        Albümünün de kitabı kadar başarılı olmasını diliyor; hem müzik yaşamında hem de edebiyat alanında yolunun açık olmasını diliyoruz. 
BİLGE YAYINLARI




Kamil UNUTKAN'ın "GÜN IŞISIN GÖZLERİMDE" adlı kitabı Kasım, 2015'te Bilge Yayınları'ndan çıkıyor.


Yazar'ın "ÖNSÖZ" bölümünden alıntıdır. 
 
Öncelikle bu kitabı yazmaya karar verdiğimde bana ilham veren ve bu yaşanmış olayı yazıp bir nebze de olsa insanlığa yararlı bir şey sunabilme mutluluğunu yaşatan Yüce Allah’a şükrediyorum. 
Bu konuyla ilgili duygu ve düşüncelerimi ilk kaleme aldığımda yazdıklarım karşısında bana desteğini hiç esirgemeyen, içimdeki yazarı ortaya çıkartmamda bana yardımcı olan arkadaşım, güzel insan Genel Yayın Yönetmeni Eylem SALMAN YILMAZ’a çok teşekkür ediyorum.
Kitabın tüm hazırlık aşamalarında hep yanımda olan; bana duygu, düşünce ve tecrübelerini sunan diğer güzel insan Yayın Yönetmeni Aysun CANLI BARBAROS’a ve editöryal çalışmalarını titizlikle sürdüren editörüm Canan AKKAN’a ve Sanat Yönetmeni Hakan SALMAN'a sonsuz teşekkürler.
Geceleri oturup bu kitabı yazmaya başladığımda odamdaki sessizliğe, loş ışığa, penceremi açtığımda gökyüzüne bakarak ilham aldığım bütün yıldızlara ve Ay’a, evimin karşısındaki küçük ağaçlığa baktığımda bana verdiği huzur için o küçük koruluğa, cıvıltılarını esirgemeyen kuşlara da çok teşekkür ediyorum.
Kitabı yazmaya başladığım sıralarda, bu sebepten dolayı, az da olsa ihmal ettiğim eşim Zeynep UNUTKAN’a da buradan sevgilerimi ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Son olarak bu dünyadaki en güzel iki değeri öğrenmeyi ve öğretmeyi bana sevdiren bütün öğretmenlerime, kitaplarıma ve dostlarıma da sonsuz teşekkürler...

Kamil UNUTKAN




22 Ekim 2015 Perşembe

CUMHURİYET TARİHİMİZİN İLK KADIN HÂKİMİ ADALET YILMAZ'IN SON GÜNÜ



CUMHURİYET TARİHİMİZİN İLK KADIN HÂKİMİ
ADALET YILMAZ'IN SON GÜNÜ
Yaşlı kadın yatağından kalktı. Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkı”na bakarak yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisi ile doldurdu. Abdestini aldı, sabah namazını kıldı. Mutfağa yöneldi. Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler atıştırdı. Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti. Masanın üstü çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı. Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliğiyle göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı. Yaşlı kadın: “Günaydın anne, günaydın baba.” dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı. Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. “Günaydın Kocacığım.” dedi. Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı. Artık gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız olan çocuklara bakıp: “Günaydın evlatlarım.” Dedi. Tüm çerçevelere kısaca göz attı. “Sizleri, hepinizi çok özledim.” diye ekledi. Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna doğru yöneldi. Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama: “Bir taksi istiyorum.” diyerek adresi verdi. Evden çıktı, daire kapısını kilitleyip apartman merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı; ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli haline gelişti. Ağır ve dikkatli bir biçimde inmeye çalışıyordu.
Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu. "Patlama be adam." dedi.
Nihayet taksiye binebildi.
“Teyze hoş geldin.” dedi yirmi beş-otuz yaşlarındaki şoför. “Nereye gidiyoruz?”
Kadın kısa bir sessizliğin sonunda “Tüm bir gün beni istediğim yerlere götürü müsün?” diye sordu. Sana 500 lira veririm.”
Adam küçümser bir gülümsemeyle: “Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze.” dedi.
Kadın gülümsedi. “O zaman sana 650 lira vereceğim, ne dersin?”
“Kurtarmaz; ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?”
“Anıtkabir’e.”
“Anıtkabir’e mi?
“Evet”
“Tamam teyzeciğim.”
 “Yaş kaç teyzeciğim?”
“Seksen sekiz.”
“Maşallah, Allah uzun ömür versin teyzeciğim.”
“Allah sağlıklı, mutlu ömür versin oğlum.”
“Haklısın teyzeciğim.”
Taksi Anıtkabir’in kapısına gelmişti. “Teyzeciğim geldik” dedi şoför.
Dalgın görünen kadın: “Evladım burada yardımına ihtiyacım var.” dedi. “Benimle gel.”
Adam şaşırmıştı. “Tabii teyze.” dedi. Kuşkulu gözlerle baktı. “Bizi buraya alırlar mı?” diye sordu.
O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak: “Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?”
“Hayır.”
“Kaç yıldır Ankara’da yaşıyorsun?”
“Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme.”
“Eee, o zaman?”
“Ne bileyim, bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası kapalı sanıyordum.”
Kadın sinirli bir şekilde kafa salladı. Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar.
Merdivenlere geldiklerinde şoför kuşkulu bir şekilde: “Nasıl çıkacaksın Teyze?” diye sordu.
“Her ay nasıl çıkıyorsam öyle!”
“Her ay geliyor musun?”
“Evet.”
Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler. İçerisi çok serindi. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna girmişti. Kadının nefes alışları sıklaşmıştı. Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti.
“Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım.”
Ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha Suresi’ni okumaya başladı. Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra, “Hadi gidelim.” dedi.
Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. Şoför kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı. “Yoruldun mu teyze?” diye sordu.
Kadın bir süre suskunluktan sonra: “Evet, hem de çok yoruldum.” diye cevapladı.
“Nereye gidiyoruz?”
“……….  Banka’sına.”
Şoför, arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının Atatürk’e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı. “Teyzeciğim bir şey sorabilir miyim?”
“Sor bakalım evladım.”
“Anıtkabir’de Atatürk’e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?”
“Uzun hikâye evladım.”
“Olsun be teyze, anlat ne olur.”
“Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Ben de ‘Adalet’ dedim. Bunun üzerine, ‘Ne güzel ismin varmış.’ dedi. ‘Okulu bitirince ne olacaksın?’ dedi bana. ‘Hemşire:’ dedim. O da: “Güzel meslek; ama bence sen hâkim ol, ismine çok yakışır.’ dedi. Ben, ‘Kadından hâkim olmaz ki.’ diye karşılık verdim. Kaşlarını çattı, ‘Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hâkim olacaksın.’ dedi.”
“Sen ne dedin peki?”
“Mustafa Kemal emretmiş, ne denir? Hâkim olacağıma dair söz verdim.”
“Peki, olabildin mi Adalet Teyze?”
“Evet ben cumhuriyetin ilk kadın hâkimlerindenim.”
“Vay be! Sende ne hikâye varmış Adalet Teyze.”
“Herkesin bir hikâyesi vardır evladım. Herkesin hikâyesi de kendine göre değerlidir. Eğer insanların hikâyelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı davranabilirsin.”
“Haklısın Adalet Teyze. Bu banka mıydı gelmek istediğin”?
“Evet.”
“Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?”
“Hayır. Sen burada bekle lütfen. Bu arada adın neydi evladım?”
“Osman teyzeciğim.”
“Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al, olur mu?”
“Tamam teyzeciğim.”
Adalet Hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet Hanım’ı düşündü. ‘Kim bilir neler yaşamış, neler görmüştür.’ diye aklından geçirdi. Tam vaktinde bankanın önüne gitti. 15 dakikalık gecikme ile Adalet Hanım geldi.
“Hoş geldin Hâkim teyze.”
“Çok uzun zamandır bana hâkim denmemişti.”
“Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim.”
“Yok, aksine hoşuma gitti. Sağ ol.”
“Nereye gidiyoruz?”
“Seyranbağlarına.”
“Tabii.”
“Hâkim teyze çok yer gezmişsindir sen.”
“Tüm Anadolu’yu karış karış gezdik rahmetli kocamla.”
“Ne iş yapardı amca?”
“Subaydı.”
“Ne zaman vefat etti?”
“1952′de.”
“Çok olmuş. Gençmiş.”
“Kore Savaşı’nda şehit oldu.”
“Allah rahmet eylesin Hâkim teyze.”
“Sağ ol.”
“Seyranbağları’na geldik. Nereye gideceğiz?”
“Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.”
“Tamam. Buyur Hâkim teyze. Geleyim mi ben?”
“Yok, bekle burada.”
Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan görünen levhasına baktı. ‘Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu’ yazısını okudu. Anlam veremedi. ‘Bu kadın burada ne yapar ki?’ diye düşündü.
Yarım saat sonra Adalet Hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. Adalet Hanım’ı arabaya ağır ağır bindirdi.
Kadın: “Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlar da sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin.” dedi.
Adalet Hanım, buğulu gözlerle: “İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Ben de onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın.” dedi.
Araba hareket etti. “Nereye Hakim teyze?”
“Hemen iki sokak öteye.”
Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti. Bu binada da ‘Ankara Seyranbağları Huzurevi’ yazıyordu.
“Bekle beni.”
“Tabii, Hâkim teyze.”
Yine bir saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında birçok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp öpüştükten sonra oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet Hanım’ın gözlerinden akan yaşları fark etti.
“İyi misin Hâkim teyze?”
“İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor.”
“Nereye gidiyoruz?”
“Cebeci Asri Mezarlığına.”
“Tamam.”
“Teyze nerelisin sen?”
“Aydın, Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle. Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke’ye döndük. Allah’a şükür babamda sağ salim döndü savaştan.”
“Sonra ne oldu?”
 “Liseye Aydın’a gönderdi babam. Orada Atatürk’le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul’a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye’de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik.”
“Çocuğunuz var mı?”
“Bir kızım bir oğlum vardı.”
“Neredeler şimdi?”
“Oğlum dışişlerinde çalışıyordu.”
“Ne güzel”
“1978′de Fransa’da Ermeniler öldürdüler.”
“Üzüldüm Hâkim Teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani.”
“Evet. Şehit babanın, şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin.”
“Amin. Ya kızın?”
“O eşi ve çocukları ile İzmit’te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999’da depremde hepsi vefat ettiler.”
“Allah rahmet eylesin. Boş boğazlığımla üzdüm seni Hâkim teyze, kusura bakma.”
“Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım? Sen üzülme.”
“Geldik Teyze.”
“Tamam evladım. Al işte paran, artık gidebilirsin.”
“Hâkim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim, eve bırakayım.”
“Yok, beni alacaklar buradan.”
“Hâkim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim.”
“Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350’yi ona veririm. Gerisi kalsın. Bana gelince ben de para istemem zaten. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok.”
“Çocukların var mı?”
“İki tane, ellerinden öperler.” Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.
“Adları nedir?”
“Kemal ve Ayşe.”
“Oğlumun adı da Kemal.”
 Sessizliğin ardından Osman’ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım. “Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak... Helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk’ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.”
Osman, Adalet Hanım’ın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine dair söz verdi. Adalet Hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu. Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı. Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi. Bugün daha fazla çalışamazdı.
Ertesi gün Ankara’da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti. Osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti. Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi. Siyaset doluydu gazete. Hiç anlamazdı. Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. Taksiciler, arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı. Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti.
‘Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri Mezarlığı’nda bulunan cesedin cumhuriyet tarihinin ilk kadın hâkimlerinden Adalet YILMAZ’a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ’ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün, bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları’ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ’ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor.’

Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir şey anlayamadılar. Anlayabildikleri tek şey Osman’ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında ‘Gökler bile sana ağlıyor!’ diyerek ağladığıydı.

22 Şubat 2015 Pazar

Bizim Mahalle Sizin Mahalleyi Döver


Yazar Ali GÜL'ün kaleminden "Bizim Mahalle Sizin Mahalleyi Döver" adlı ikinci kitabından alıntıdır. 
1970'lerin Türkiyesine küçük, masum, son derece duyarlı ve hassas bir çocuğun gözlerinden bakacaksınız. Bir yandan gözleriniz dolacak diğer yandan kahkahalar atacaksınız.
Dersimiz Sosyal Bilgiler. Öğretmenimiz Fatma Hanım defterimize bir şeyler yazdırıyor. “Şimdi ovanın tanımını yazıyoruz. Deniz seviyesinden yüksek olmayan geniş ve büyük düzlüklere ova denir. Çukurova virgül, Amik Ovası virgül, Çarşamba Ovası bunlardan bazılarıdır.” Ben öğretmenimiz her “virgül” dediğinde kelimeyi “bir gül” anladığımdan alelacele isimlerin arasına küçük gül resmi yapıyorum.

Platonun tanımını yazdırdı ardından örneklere başladı. “Haymana Platosu virgül, Cihanbeyli Platosu virgül, Taşeli Platosu.” Ben yine isimlerin arasına gül resmi yapmaya çalışıyorum. O kadar çok “bir gül” diyor ki yetiştiremiyorum. “Şimdi de ülkemizdeki denizleri yazıyoruz. Karadeniz virgül Marmara Denizi virgül Ege Denizi virgül Akdeniz.”
Fatma Öğretmenimiz yazdırdıkça yazdırıyor. Boyuna bir gül diyor. Gül resmi yapmaktan parmaklarım koptu. Ben böylesine bocalarken yanımdaki arkadaşım Ahmet yazdıklarıma bakınca şaştı kaldı. “Aliii ne yapıyorsun? Niye böyle gül resimleri yapmışsın? Her taraf gül resmi ile dolu.” 

“Ne yapayım Ahmet? Öğretmenimiz durmadan ‘bir gül’ diyor. Zambak resmi mi çizeyim? Hem sen niye gül resmi yapmamışsın? İnşallah öğretmenimiz görmez. Görürse kızacak sana.” 

“Yahu Ali, asıl sana kızacak. Sen ne salaksın. Öğretmenimiz bir gül demiyor ki virgül diyor.”