Toplumumuza kültür ve sanat alanında hizmet verebilmekten dolayı onur duyarız.
23 Kasım 2015 Pazartesi
8 Kasım 2015 Pazar
BURAK CANÖZER
Sözü - Müziği ve Düzenlemesi Burak Canözer'e ait "Yıldız" adlı parça (Dinlemek için lütfen tıklayın)
KAMİL UNUTKAN
Sevgili Kamil Unutkan'a,
Albümünün de kitabı kadar başarılı olmasını diliyor; hem müzik yaşamında hem de edebiyat alanında yolunun açık olmasını diliyoruz.
BİLGE YAYINLARI
Kamil UNUTKAN'ın "GÜN IŞISIN GÖZLERİMDE" adlı kitabı Kasım, 2015'te Bilge Yayınları'ndan çıkıyor.
Yazar'ın "ÖNSÖZ" bölümünden alıntıdır.
Öncelikle bu kitabı yazmaya karar verdiğimde bana ilham veren ve bu yaşanmış olayı yazıp bir nebze de olsa insanlığa yararlı bir şey sunabilme mutluluğunu yaşatan Yüce Allah’a şükrediyorum.
Öncelikle bu kitabı yazmaya karar verdiğimde bana ilham veren ve bu yaşanmış olayı yazıp bir nebze de olsa insanlığa yararlı bir şey sunabilme mutluluğunu yaşatan Yüce Allah’a şükrediyorum.
Bu konuyla ilgili duygu
ve düşüncelerimi ilk kaleme aldığımda yazdıklarım karşısında bana desteğini hiç
esirgemeyen, içimdeki yazarı ortaya çıkartmamda bana yardımcı olan arkadaşım, güzel
insan Genel Yayın Yönetmeni Eylem SALMAN YILMAZ’a çok teşekkür ediyorum.
Kitabın tüm hazırlık aşamalarında hep yanımda olan; bana
duygu, düşünce ve tecrübelerini sunan diğer güzel insan Yayın Yönetmeni Aysun CANLI
BARBAROS’a ve editöryal çalışmalarını titizlikle sürdüren editörüm Canan
AKKAN’a ve Sanat Yönetmeni Hakan SALMAN'a sonsuz teşekkürler.
Geceleri oturup bu kitabı yazmaya başladığımda
odamdaki sessizliğe, loş ışığa, penceremi açtığımda gökyüzüne bakarak ilham
aldığım bütün yıldızlara ve Ay’a, evimin karşısındaki küçük ağaçlığa baktığımda
bana verdiği huzur için o küçük koruluğa, cıvıltılarını esirgemeyen kuşlara da çok teşekkür ediyorum.
Kitabı yazmaya başladığım sıralarda, bu sebepten
dolayı, az da olsa ihmal ettiğim eşim Zeynep UNUTKAN’a da buradan sevgilerimi
ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Son olarak bu dünyadaki en güzel iki değeri öğrenmeyi
ve öğretmeyi bana sevdiren bütün öğretmenlerime, kitaplarıma ve dostlarıma da
sonsuz teşekkürler...
Kamil UNUTKAN
Etiketler:
Gün Işısın Gözlerimde,
Kamil Unutkan,
Roman,
Uyuşturucu
22 Ekim 2015 Perşembe
CUMHURİYET TARİHİMİZİN İLK KADIN HÂKİMİ ADALET YILMAZ'IN SON GÜNÜ
CUMHURİYET TARİHİMİZİN İLK KADIN HÂKİMİ
ADALET YILMAZ'IN SON GÜNÜ
ADALET YILMAZ'IN SON GÜNÜ
Yaşlı
kadın yatağından kalktı. Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda
içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru
yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın
güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkı”na
bakarak yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisi ile doldurdu. Abdestini aldı,
sabah namazını kıldı. Mutfağa yöneldi. Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler
atıştırdı. Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos masasının yanındaki
koltuğuna ilişti. Masanın üstü çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı,
camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı. Çerçevenin içindeki
fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen
güzelliğiyle göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı. Yaşlı
kadın: “Günaydın anne, günaydın baba.” dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye
bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı. Bu siyah beyaz
fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı.
Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. “Günaydın Kocacığım.” dedi.
Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı. Artık
gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız olan çocuklara
bakıp: “Günaydın evlatlarım.” Dedi. Tüm çerçevelere kısaca göz attı. “Sizleri,
hepinizi çok özledim.” diye ekledi. Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık
ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan
eski telefonuna doğru yöneldi. Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan
adama: “Bir taksi istiyorum.” diyerek adresi verdi. Evden çıktı, daire kapısını
kilitleyip apartman merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk
kalmamıştı; ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli haline gelişti.
Ağır ve dikkatli bir biçimde inmeye çalışıyordu.
Sabırsızlanan
taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu. "Patlama be adam."
dedi.
Nihayet
taksiye binebildi.
“Teyze
hoş geldin.” dedi yirmi beş-otuz yaşlarındaki şoför. “Nereye gidiyoruz?”
Kadın
kısa bir sessizliğin sonunda “Tüm bir gün beni istediğim yerlere götürü müsün?”
diye sordu. Sana 500 lira veririm.”
Adam
küçümser bir gülümsemeyle: “Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze.”
dedi.
Kadın
gülümsedi. “O zaman sana 650 lira vereceğim, ne dersin?”
“Kurtarmaz;
ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?”
“Anıtkabir’e.”
“Anıtkabir’e
mi?
“Evet”
“Tamam
teyzeciğim.”
“Yaş
kaç teyzeciğim?”
“Seksen
sekiz.”
“Maşallah,
Allah uzun ömür versin teyzeciğim.”
“Allah
sağlıklı, mutlu ömür versin oğlum.”
“Haklısın
teyzeciğim.”
Taksi
Anıtkabir’in kapısına gelmişti. “Teyzeciğim geldik” dedi şoför.
Dalgın
görünen kadın: “Evladım burada yardımına ihtiyacım var.” dedi. “Benimle gel.”
Adam
şaşırmıştı. “Tabii teyze.” dedi. Kuşkulu gözlerle baktı. “Bizi buraya alırlar
mı?” diye sordu.
O
ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden ateş
fışkırarak: “Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?”
“Hayır.”
“Kaç
yıldır Ankara’da yaşıyorsun?”
“Ben
Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme.”
“Eee,
o zaman?”
“Ne
bileyim, bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası kapalı
sanıyordum.”
Kadın
sinirli bir şekilde kafa salladı. Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer
merdivenlere kadar konuşmadılar.
Merdivenlere
geldiklerinde şoför kuşkulu bir şekilde: “Nasıl çıkacaksın Teyze?” diye sordu.
“Her
ay nasıl çıkıyorsam öyle!”
“Her
ay geliyor musun?”
“Evet.”
Uzun
bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler.
İçerisi çok serindi. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna
girmişti. Kadının nefes alışları sıklaşmıştı. Nihayet mozolenin önüne geldiler.
Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil
çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla
olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti.
“Hayatım
boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım.”
Ağır
ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha Suresi’ni okumaya başladı. Şoför
kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra, “Hadi
gidelim.” dedi.
Geldiklerinden
çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. Şoför kadının durumundan
endişelenmeye başlamıştı. “Yoruldun mu teyze?” diye sordu.
Kadın
bir süre suskunluktan sonra: “Evet, hem de çok yoruldum.” diye cevapladı.
“Nereye
gidiyoruz?”
“………. Banka’sına.”
Şoför,
arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının
Atatürk’e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı. “Teyzeciğim bir şey
sorabilir miyim?”
“Sor
bakalım evladım.”
“Anıtkabir’de
Atatürk’e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?”
“Uzun
hikâye evladım.”
“Olsun
be teyze, anlat ne olur.”
“Ben
lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için
seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Ben de ‘Adalet’ dedim. Bunun
üzerine, ‘Ne güzel ismin varmış.’ dedi. ‘Okulu bitirince ne olacaksın?’ dedi
bana. ‘Hemşire:’ dedim. O da: “Güzel meslek; ama bence sen hâkim ol, ismine çok
yakışır.’ dedi. Ben, ‘Kadından hâkim olmaz ki.’ diye karşılık verdim. Kaşlarını
çattı, ‘Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hâkim olacaksın.’ dedi.”
“Sen
ne dedin peki?”
“Mustafa
Kemal emretmiş, ne denir? Hâkim olacağıma dair söz verdim.”
“Peki,
olabildin mi Adalet Teyze?”
“Evet
ben cumhuriyetin ilk kadın hâkimlerindenim.”
“Vay
be! Sende ne hikâye varmış Adalet Teyze.”
“Herkesin
bir hikâyesi vardır evladım. Herkesin hikâyesi de kendine göre değerlidir. Eğer
insanların hikâyelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı
davranabilirsin.”
“Haklısın
Adalet Teyze. Bu banka mıydı gelmek istediğin”?
“Evet.”
“Yardım
edeyim mi? Bende geleyim mi?”
“Hayır.
Sen burada bekle lütfen. Bu arada adın neydi evladım?”
“Osman
teyzeciğim.”
“Tamam
Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al, olur mu?”
“Tamam
teyzeciğim.”
Adalet
Hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe
gitti. Yemek boyunca Adalet Hanım’ı düşündü. ‘Kim bilir neler yaşamış, neler
görmüştür.’ diye aklından geçirdi. Tam vaktinde bankanın önüne gitti. 15
dakikalık gecikme ile Adalet Hanım geldi.
“Hoş
geldin Hâkim teyze.”
“Çok
uzun zamandır bana hâkim denmemişti.”
“Hoşuna
gitmediyse söylemeyeyim.”
“Yok,
aksine hoşuma gitti. Sağ ol.”
“Nereye
gidiyoruz?”
“Seyranbağlarına.”
“Tabii.”
“Hâkim
teyze çok yer gezmişsindir sen.”
“Tüm
Anadolu’yu karış karış gezdik rahmetli kocamla.”
“Ne
iş yapardı amca?”
“Subaydı.”
“Ne
zaman vefat etti?”
“1952′de.”
“Çok
olmuş. Gençmiş.”
“Kore
Savaşı’nda şehit oldu.”
“Allah
rahmet eylesin Hâkim teyze.”
“Sağ
ol.”
“Seyranbağları’na
geldik. Nereye gideceğiz?”
“Sağa
sap. İkinci binanın önünde dur.”
“Tamam.
Buyur Hâkim teyze. Geleyim mi ben?”
“Yok,
bekle burada.”
Osman
beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan görünen levhasına baktı.
‘Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu’ yazısını okudu. Anlam veremedi. ‘Bu kadın
burada ne yapar ki?’ diye düşündü.
Yarım
saat sonra Adalet Hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı.
Adalet Hanım’ı arabaya ağır ağır bindirdi.
Kadın:
“Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız.
Kızlar da sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin.” dedi.
Adalet
Hanım, buğulu gözlerle: “İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Ben de onları çok
seviyorum. Onlara iyi bakın.” dedi.
Araba
hareket etti. “Nereye Hakim teyze?”
“Hemen
iki sokak öteye.”
Osman
iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti. Bu binada da ‘Ankara
Seyranbağları Huzurevi’ yazıyordu.
“Bekle
beni.”
“Tabii,
Hâkim teyze.”
Yine
bir saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında birçok yaşlı kadın ve
adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp öpüştükten sonra oradan ayrıldılar.
Osman dikiz aynasından Adalet Hanım’ın gözlerinden akan yaşları fark etti.
“İyi
misin Hâkim teyze?”
“İyiyim
Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor.”
“Nereye
gidiyoruz?”
“Cebeci
Asri Mezarlığına.”
“Tamam.”
“Teyze
nerelisin sen?”
“Aydın,
Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı
oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle.
Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke’ye döndük. Allah’a şükür babamda
sağ salim döndü savaştan.”
“Sonra
ne oldu?”
“Liseye
Aydın’a gönderdi babam. Orada Atatürk’le karşılaştım. Sözümü tutmak için
İstanbul’a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım.
O Harbiye’de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik.”
“Çocuğunuz
var mı?”
“Bir
kızım bir oğlum vardı.”
“Neredeler
şimdi?”
“Oğlum
dışişlerinde çalışıyordu.”
“Ne
güzel”
“1978′de
Fransa’da Ermeniler öldürdüler.”
“Üzüldüm
Hâkim Teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani.”
“Evet.
Şehit babanın, şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin.”
“Amin.
Ya kızın?”
“O
eşi ve çocukları ile İzmit’te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999’da depremde hepsi
vefat ettiler.”
“Allah
rahmet eylesin. Boş boğazlığımla üzdüm seni Hâkim teyze, kusura bakma.”
“Sanki
sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım? Sen üzülme.”
“Geldik
Teyze.”
“Tamam
evladım. Al işte paran, artık gidebilirsin.”
“Hâkim
teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim, eve bırakayım.”
“Yok,
beni alacaklar buradan.”
“Hâkim
Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim.”
“Taksinin
sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350’yi ona veririm. Gerisi kalsın.
Bana gelince ben de para istemem zaten. Bugün senden aldığım hayat dersinin
parasal karşılığı yok.”
“Çocukların
var mı?”
“İki
tane, ellerinden öperler.” Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini
çıkarıp gösterdi.
“Adları
nedir?”
“Kemal
ve Ayşe.”
“Oğlumun
adı da Kemal.”
Sessizliğin
ardından Osman’ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım. “Onlara bir şeyler al
benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak... Helal lokma
ile büyüt ve okut. Atatürk’ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark
etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.”
Osman,
Adalet Hanım’ın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine dair
söz verdi. Adalet Hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken Osman
yaşlı gözlerle onu izliyordu. Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük,
yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı. Osman
arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi. Bugün daha fazla çalışamazdı.
Ertesi
gün Ankara’da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti. Osman taksiyi
mal sahibinden almış, durağa gelmişti. Çay ocağının yanında duran gazeteyi
aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi. Siyaset doluydu gazete. Hiç
anlamazdı. Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. Taksiciler,
arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı. Göz
gezdirirken bir haber dikkatini çekti.
‘Dün gece geç saatlerde Cebeci
Asri Mezarlığı’nda bulunan cesedin cumhuriyet tarihinin ilk kadın hâkimlerinden
Adalet YILMAZ’a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ’ın bulunduğu yerdeki
mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün,
bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları’ndaki bir
kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet
YILMAZ’ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor.’
Osman
bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir
şey anlayamadılar. Anlayabildikleri tek şey Osman’ın bardaktan boşanırcasına
yağan yağmur altında ‘Gökler bile sana ağlıyor!’ diyerek ağladığıydı.
22 Şubat 2015 Pazar
Bizim Mahalle Sizin Mahalleyi Döver
Yazar Ali GÜL'ün kaleminden "Bizim Mahalle Sizin Mahalleyi Döver" adlı ikinci kitabından alıntıdır.
1970'lerin Türkiyesine küçük, masum, son derece duyarlı ve hassas bir çocuğun gözlerinden bakacaksınız. Bir yandan gözleriniz dolacak diğer yandan kahkahalar atacaksınız.
Dersimiz Sosyal Bilgiler. Öğretmenimiz Fatma Hanım defterimize bir şeyler yazdırıyor. “Şimdi ovanın tanımını yazıyoruz. Deniz seviyesinden yüksek olmayan geniş ve büyük düzlüklere ova denir. Çukurova virgül, Amik Ovası virgül, Çarşamba Ovası bunlardan bazılarıdır.” Ben öğretmenimiz her “virgül” dediğinde kelimeyi “bir gül” anladığımdan alelacele isimlerin arasına küçük gül resmi yapıyorum.
Platonun tanımını yazdırdı ardından örneklere başladı. “Haymana Platosu virgül, Cihanbeyli Platosu virgül, Taşeli Platosu.” Ben yine isimlerin arasına gül resmi yapmaya çalışıyorum. O kadar çok “bir gül” diyor ki yetiştiremiyorum. “Şimdi de ülkemizdeki denizleri yazıyoruz. Karadeniz virgül Marmara Denizi virgül Ege Denizi virgül Akdeniz.”
Fatma Öğretmenimiz yazdırdıkça yazdırıyor. Boyuna bir gül diyor. Gül resmi yapmaktan parmaklarım koptu. Ben böylesine bocalarken yanımdaki arkadaşım Ahmet yazdıklarıma bakınca şaştı kaldı. “Aliii ne yapıyorsun? Niye böyle gül resimleri yapmışsın? Her taraf gül resmi ile dolu.”
“Ne yapayım Ahmet? Öğretmenimiz durmadan ‘bir gül’ diyor. Zambak resmi mi çizeyim? Hem sen niye gül resmi yapmamışsın? İnşallah öğretmenimiz görmez. Görürse kızacak sana.”
“Yahu Ali, asıl sana kızacak. Sen ne salaksın. Öğretmenimiz bir gül demiyor ki virgül diyor.”
6 Ocak 2015 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)